"Uluslararası hukuka dayalı kolektif tepkiye ihtiyacımız var"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, Uluslararası Adalet Divanı'nda başlayan tarihi iklim davasını, iklim göçlerinden Akbelen Ormanı direnişine, Botsvana’da filler ve iklim zehirlenmesi bağlantısına kadar haftanın iklim mücadelesi gündemini konuşuyor.

""
"Uluslararası hukuka dayalı kolektif tepkiye ihtiyacımız var"
 

"Uluslararası hukuka dayalı kolektif tepkiye ihtiyacımız var"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba Apaçık Radyo Dinleyicileri,

İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz. Ben Atlas Sarrafoğlu. Size haftanın en önemli iklim konuları ile ilgili hazırladığım programımda ilk olarak bu hafta başında dünyanın en büyük krizinin Lahey’deki dünyanın en yüksek mahkemesine taşınması haberi ile başlıyorum.

Uluslararası Adalet Divanı, Pasifik Adaları Öğrencileri İklim Değişikliğiyle Mücadelesi ve bu hareketin başkanı Cythia Houniuhi tarafından açılan dönüm noktası niteliğindeki iklim değişikliği davasında duruşmalara başladı. 

Duruşmada, ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele etmek için atmaları gereken adımlar ve artan sıcaklıklarla bağlantılı zararları nasıl onarabileceklerine ilişkin önemli sorular ele alınacak. 

Buna, uluslararası hukuk çerçevesinde iklim değişikliğinin ele alınmasında insan hakları hukukunun rolünün arttırılması da dahildir. 

Uluslararası Adalet Divanı, uluslararası hukuk sistemindeki en yüksek mahkemedir. UAD, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca kurulmuştur ve genellikle “Dünya Mahkemesi” olarak anılır.

Peki Uluslararası Adalet Divanı görüşü iklim krizine nasıl yardımcı olabilir? 

İklim değişikliğinin arkasındaki bilim konusunda fikir birliğini güçlendirmek, iklim hukuku ve insan hakları hukukunun bütünleştirilmesi, Paris Anlaşması kapsamında daha iddialı eylemlere öncülük etmek, Devlet eylemleri için temel oluşturması ve yerel, bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki anlaşmazlıkların çözümüne yardımcı olur. 

29 Mart 2023 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Uluslararası Adalet Divanı'ndan Devletlerin iklim değişikliğine ilişkin yükümlülükleri hakkında bir Danışma Görüşü yayınlamasını talep eden bir kararı kabul etmiştir. 

Uluslararası Adalet Divanı, tarihte ilk kez, devletlerin iklim değişikliğine ilişkin yasal yükümlülüklerini ele alma yetkisine sahiptir. Divan'a devletler ve STK'lardan toplam 91 yazılı başvuru gelmiştir. Sözlü duruşmalar süreç açısından kritik bir öneme sahip. 

2-14 Aralık 2024 tarihleri arasında 100'den fazla Devlet ve kuruluşun argüman sunacağı bu önemli davaya, Pasifik Adalarından öğrenciler Uluslararası Adalet Divanını ülkelerin iklim değişikliğine yanıt verme ve mevcut ve gelecek nesillerin haklarını koruma konusundaki yasal yükümlülükleri hakkında hukuki görüş bildirmeye çağıran bir kampanya başlatmasının ardından Pasifik adası Vanuatu öncülük etti.

Duruşmaların ilk günü olan 2 Aralık Pazartesi günü Vanuatu'nun iklim değişikliği ve çevre özel temsilcisi Ralph Regenvanu, iklim değişikliğine karşı siyasi kolaylıklara değil uluslararası hukuka dayanan kolektif bir tepkiye duyulan acil ihtiyaç hakkında güçlü bir açılış konuşması yaptı.

Regenvanu, “Halklarımız binlerce yıl boyunca atalarının toprakları ve denizleriyle iç içe geçmiş canlı kültürler ve gelenekler inşa etti” dedi. “Ancak bugün kendimizi, bizim yaratmadığımız ve varlığımızı tehdit eden bir krizin ön saflarında buluyoruz.”

Regenvanu, iklim krizinin, mahkeme tarafından dinlenmek üzere daha önce görülmemiş kadar çok sayıda bir araya gelmiş dünyanın dört bir yanındaki diğer birçok halkı da etkilediğini sözlerine ekledi.

Regevanu, “Bunun insanlık tarihindeki en önemli dava olabileceğini söylerken kelimelerimi dikkatli seçiyorum” dedi. “Gelecek kuşakların geriye dönüp baktıklarında kendi sonlarının nedenini merak etmelerine izin vermeyelim.”

UAD iki hafta boyunca iklim değişikliği ve insan haklarıyla ilgili iki soruyu inceleyecek ve bağlayıcı olmayan ancak önemli bir otorite ve hukuki ağırlık taşıyan bir tavsiye görüşü yayınlayacak.

“Burada yargılanan, topraklarından kaynaklanan emisyonları dizginleme konusunda giderek artan uyarılara rağmen yüzyılı aşkın bir süredir başarısız olan devletlerin davranışlarıdır. Şunu vurgulamalıyım ki 1990'dan bu yana emisyonlar yüzde 50'nin üzerinde artarak geçen yıl 2023'te tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. 1750'den bu yana tüm karbon emisyonlarının yarısından fazlası, zaman dilimi ne olursa olsun 1990'dan sonra kabul edilmiştir, kolayca tanımlanabilen bir avuç devletin tarihi ve mevcut sera gazı emisyonlarının büyük çoğunluğunu üretmesinin hiçbir mazereti yoktur. Buna rağmen, benim ülkem de dahil olmak üzere diğer ülkeler bunun sonuçlarından en ağır şekilde etkilenmektedir. IPCC bu iklim adaletsizliğini kabul etmiş ve tarihsel olarak mevcut iklim değişikliğine en az katkıda bulunan savunmasız toplulukların orantısız bir şekilde etkilendiğini belirtmiştir. 

COP29’un başarısız sonuçlarına da dikkat çeken Regevanu; “Heyetimiz Bakü’de yapılan son COP29 toplantısından yeni döndü. Sürecin başarısızlığına bir kez daha ilk elden tanıklık ettik. COP'un emisyonların azaltılması konusunda herhangi bir anlaşmaya varamamış olması mantıksızdır. Devletlerin mevcut emisyon azaltım taahhütlerine tam olarak uyulsa bile, Vanuatu da dahil olmak üzere pek çok insan için ısıtmada felaket boyutunda bir artış görülecektir, COP sürecinin uzun süreli ve sistematik başarısızlığı onların refahına, kültürlerine ve hatta hayatlarına mal olmuştur. İklim değişikliğine karşı siyasi kolaylıklara değil, uluslararası hukuka dayanan kolektif bir tepkiye acil ihtiyaç vardır.” diyerek sözlerine devam etti. 

Uluslararası Adalet Divanının ev sahibi ülkesi Hollanda, 2015 yılında bir mahkemenin iklim değişikliğinin potansiyel yıkıcı etkilerinden korunmanın bir insan hakkı olduğuna ve hükümetin vatandaşlarını korumakla yükümlü olduğuna hükmetmesiyle tarihe geçmişti. Bu karar, 2019 yılında Hollanda Yüksek Mahkemesi tarafından onandı.

ICJ, tavsiye kararlarının bağlayıcı olmadığını belirtirken, uzmanlar, bu kararların yeni yasa yaratmaktan çok mevcut hukuku netleştirdiğini, böylece gelecekteki iklim davalarında ve uluslararası iklim müzakerelerinde güvenilir nitelikleriyle bu belgelere başvurulacağına vurgu yaptılar. İklim değişikliğinin insan hakları üzerindeki etkisinin dünyaca tanınması, bu krizin yalnızca çevresel değil aynı zamanda sosyal bir adalet meselesi olduğunu ortaya koyacaktır. Bu farkındalık, hükümetleri ve uluslararası kuruluşları daha kapsayıcı politikalar geliştirmeye teşvik ederken, özellikle savunmasız toplulukların korunmasını sağlayacaktır. Ayrıca, bireylerin ve toplumların iklim değişikliği karşısında haklarını talep etmelerine zemin hazırlayarak daha güçlü bir küresel dayanışmayı mümkün kılacaktır diye düşünüyorum.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü tarafından yayımlanan “İklim Değişikliği ve Gelecekteki İnsan Hareketliliği” raporuna göre 2050’ye kadar 44 milyon ila 113 milyon kişinin iklim krizi nedeniyle ülkeleri içinde göç etmeleri bekleniyor. İklim değişikliğinin çok daha şiddetli yaşandığı kötümser bir senaryoda, bu sayının 216 milyona ulaşabileceği tahmin ediliyor.

IOM Kıdemli Göç Uzmanı Ileana Sinziana Puscas, Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin COP29un düzenlendiği Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de, iklim göçleri konusunda AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

İklim değişikliği ve göç arasındaki ilişkinin ne olduğu sorusunun COP29 esnasında sıklıkla kendilerine yöneltildiğini belirten Puscas, bu göçlerin, iklim değişikliğinin getirdiği olumsuzluklar sonucu insanların yaşadıkları yerleri terk ederek başka bir yere gitmesi şeklinde tanımlanabileceğini söyledi.

Bu durumun dünyanın her yerinde yaşanabileceğini; sadece 2023’te iklim değişikliğinin şiddetlenen etkileriyle ortaya çıkan felaketler sonucu 26 milyon kişinin yaşadığı yeri terk ettiğini kaydeden Puscas, iklim değişikliğinin tarımda verimliliği azalttığını ve mahsullerinden yeteri kadar verim alamayan üreticilerin yeni geçim kaynakları ve yeni işler bulmak üzere göç ettiklerini aktardı.

Bu duruma Fiji’yi örnek gösteren Puscas “Ülkedeki birçok topluluk bir zamanlar kıyı bölgelerinde balıkçılık yapabiliyordu ama iklim değişikliğiyle deniz seviyesi yükseldi. Bu sebeple bu balıkçılar çoban ya da çiftçi olmak üzere, iç kesimlere doğru göç etmek zorunda kaldı” dedi.

Araya güzel bir haber de eklemek istedim…. Ülkemizde yıllardır süregelen Akbelen Direnişinden ben de defalarca bahsetmiştim, hatırlarsanız. BBC, 2024 yılında dünyada ilham kaynağı ve etkili olan 100 kadını açıkladı. Listede Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Nadia Murad, tecavüze uğrayan ve bu konuda kamusal alanda mücadele yürüten Gisèle Pelicot, oyuncu Sharon Stone, Olimpik atletler Rebeca Andrade ve Allyson Felix, şarkıcı Raye, sanatçı Tracey Emin, iklim aktivisti Adenike Oladosu ve yazar Cristina Rivera Garza da var.

Bu yıl Gazze, Lübnan, Ukrayna ve Sudan’da ölümcül çatışmalar ve insani krizlerle karşı karşıya gelen ve dünyanın dört bir yanında yapılan seçimlerde toplumların kutuplaşmasına tanıklık eden kadınlar daha da güçlü ve dayanıklı olmak zorunda kaldı.

BBC bu yılın kadınlar üzerindeki etkisini, dünyaları değişirken toplumsal değişiklik yaratmaya çalışan kadınları kutlayarak vurguluyor. Bu liste iklim acil durumunun etkilerini araştırma hedefini de koruyor ve kendi toplumlarında iklim krizinin etkileri ile mücadele eden öncülere dikkat çekiyor.

Listede Türkiye’den de tanıdık bir isim var: Nejla Işık. Aynı zamanda İkizköy’ün muhtarı da olan Işık 5 yıldır Akbelen Ormanı’nın kömür madeni için yok edilmesine karşı köydeki diğer kadınlarla birlikte çalışıyor. BBC’nin listesinde Işık şu sözlerle anlatılıyor: “2024 yerel seçimlerinde Muğla’nın İkizköy mahallesinin muhtarı seçilen çiftçi Nejla Işık, 5 yıldır ormanların talan edilmesine karşı mücadele veriyor.

İkizköy yakınındaki Akbelen Ormanı, bir maden projesi nedeniyle tehlikeye girince Işık ve mahallenin kadınları davalar ve protestolarla ağaç kesimine karşı harekete geçti.

Yürüttükleri çevre kampanyası sırasında polis ile ormanlık alanı savunmak için nöbet tutan protestocular arasında zaman zaman şiddetli çatışmalar yaşandı. Ancak Işık ve diğer köylüler, karşılaştıkları zorluklara ve tehditlere karşı kararlı şekilde mücadele ettiler. Ormana izinsiz girdikleri gerekçesiyle para cezasına da çarptırıldılar. Ceza daha sonra iptal edildi.”

İklim krizinin etkileri hiç beklemediğimiz şekillerde karşımıza çıkıyor. Botsvana‘nın Okavango deltasında yaşayan fillerin 2020 mayıs ve haziran aylarındaki toplu ölümüne ilişkin yapılan yeni araştırmalar, iklim kaynaklı zehirlenmelere işaret ediyor.

Botsvana Üniversitesi , Londra Doğa Tarihi Müzesi, Belfast Queen’s Üniversitesi ve Plymouth Deniz Laboratuvarından araştırmacıların işbirliğiyle gerçekleştirilen yeni araştırmada, bilim insanları ölen 350’den fazla filin muhtemelen “zehirli su” içtiğini duyurdu.

Uzmanlar, iklim kaynaklı zehirlenmelerde “endişe verici bir eğilim” olduğuna dair uyarıda da bulundu.

Ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan her yaştan filin yere yığılıp ölmeden önce “daireler çizerek” yürüdüğü tespit edilmişti. Hayvanların ölüm nedeni bir türlü anlaşılamamış ve o dönem siyanür zehirlenmesi veya bilinmeyen bir hastalık gibi pek çok teori ortaya atılmıştı. 

King’s College London‘da doktora öğrencisi olan baş araştırmacı Davide Lomeo‘ya göre bu, nedeni bilinmeyen en büyük belgelenmiş fil ölümüydü. Leome, “Bu yüzden bu kadar çok endişeye yol açtı” dedi.

Science of the Total Environment dergisinde yayımlanan yeni makale, fillerin mavi-yeşil alglerin veya siyanobakterilerin toksik çiçeklenmelerini içeren sudan zehirlendiğini öne sürüyor. İklim krizi zararlı alg çiçeklenmelerinin yoğunluğunu ve şiddetini artırıyor.

Araştırmada, toplamda 3.000 su kaynağı incelendi ve 2020’de artan siyanobakteri çiçeklenmeleri görülenlerin çevresinde çok sayıda hayvan ölüsü bulundu. Ölen fillerin su kaynaklarına göre dağılımını analiz etmek için uydu verilerini kullanan araştırma ekibi, fillerin bunlardan sadece 100 km’den biraz fazla yürüdüğünü ve su içtikten 88 saat içinde öldüklerini tespit etti. 

Lomeo, “Bu kaynaklardan su içmekten başka seçenekleri yok” dedi.

Başka hayvanların da aynı kaynaklardan su içerek ölmüş olması mümkün görülüyor, ancak cesetlerin hava araştırmalarında tespit edilmemiş olabileceğine ve daha küçük hayvan ölülerinin yırtıcılar tarafından çoktan alınmış olabileceğine işaret ediliyor. 

2019, Güney Afrika’da yaşanan son on yılların en kurak yılı oldu. Bunu 2020’de aşırı yağışlı bir yıl izledi. Bu koşullar, suda daha fazla tortu ve besin maddesinin asılı kalmasına neden oldu ve bu da benzeri görülmemiş bir yosun büyümesine yol açtı. İklim değiştikçe, dünyanın büyük bir kısmının daha kuru ve daha sıcak hale gelmesi ve aralıklı yoğun yağışlar bekleniyor.
COP29un küresel güney için iletilmesi gereken fonların yetersizliği sonrasında Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi Genel Sekreteri İbrahim Thiaw, Reuters’e yaptığı açıklamada, dünyanın bozulmuş topraklarını onarmak ve çölleşmeyle mücadele etmek için on yıl sonuna kadar en az 2,6 trilyon dolarlık yatırıma ihtiyacı olduğunu söyledi.

Thiaw bugün Riyad’da başlayan ve 13 Aralık’a kadar devam edecek UNCCD 16. Taraflar Konferansı olan COP16 öncesinde, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak daha sık ve şiddetli kuraklıkların, artan nüfusun gıda ihtiyaçları ile birleştiğinde, toplumların çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağını aktardı.

İki haftalık toplantı, devletlerin yasal yükümlülüklerini sıkılaştırmak, sonraki stratejik adımları belirlemek ve finansmanı güvence altına almak da dahil olmak üzere dünyanın kuraklığa karşı direncini güçlendirmeyi amaçlıyor.

Thiaw, günde yaklaşık 1 milyar dolara denk gelen finansman ihtiyacının büyük bir kısmının özel sektörden gelmesi gerektiğini söyledi.i